Ahmed Hüsrev Efendi, rumî 1315 /miladi 1899 senesinde Isparta’da dünyaya geldi. “Yeşil Sarıklılar” nâmıyla bilinen ve Isparta eşrafından olan baba tarafının şeceresi Hz. Ebûbekir’e (ra) dayanmaktadır. Babası, Osmanlı Devleti’nin son dönem Isparta valilerinden Hacı Edhem Bey’in torunu Mehmet Bey’dir. Annesi Aişe Hanımefendi ise, “Hâfız-ı Kurralar” diye bilinen ve Hz. Hüseyin (ra) soyundan gelen seyyid bir ailedendi.

Hüsrev Efendi'nin Isparta'daki Evi
Hüsrev Efendi’nin Isparta’daki Evi

Hazret-i Üstadın Barla’ya sürgün olarak geldiği 1931 senesinde, gördüğü bir rüya üzerine onu ziyarete giden Hüsrev Efendi, bu tarihten itibaren onun ilk talebelerinden biri olarak hizmet-i nuriyede üstadının hem istişare arkadaşı, hem yardımcısı ve hizmetinin en önemli rüknü olarak yerini aldı.

Ahmed Hüsrev Altınbaşak, Risâle-i Nur’un Eskişehir, Denizli, Afyon gibi bütün mahkemelerinde üstadı ve sadık Nur Talebeleri ile birlikte idam kastıyla yargılandı.

ESERLERİN ANADOLU’YA ULAŞMASI

bilgi-ustad-bsnBediüzzaman Hazretleri, sürgünden sürgüne sürüklendiği ve gözaltında tutulduğu yerlerde telif ettiği Nur risalelerini halinde nur hizmetinin merkezi olan Isparta’da bulunan Hüsrev Efendi’ye gönderiyordu. Eserler Hüsrev Efendi’nin başkanlığında Nur Talebeleri tarafından hem elle yazmak suretiyle, hem de teksir makinesiyle çoğaltılarak Anadolu’nun her köşesine sevk ediliyordu.

Memleketin birçok köşesindeki Nur talebelerinin yazdıkları mektublar da onun vasıtasıyla Üstad’a ulaştırılıyor, çoğu kez Üstadın arzusuna göre cevaplarını kendisi yazıyordu.

ahmet-husrev-altinbasakHazret-i Üstad bu vesile ile kendisine ‘Risale-i Nur’un Kahramanı’ unvânını verdiği Hüsrev Efendi’nin nur hizmetinin sevk ve koordinasyonu noktasındaki bu vazifesini şöyle anlatır:

“Hüsrev’i tashihte (risalelerdeki yazım hatalarını düzeltme işinde) ve tevzi’de (risalelerin dağılmasında) ve tedbirde (hizmetin idaresinde) ve muhâberede (haberleşmede) ve Nûrların neşir ve yetiştirmesinde tebrik ve muvaffakıyetine dua ederiz. Bu ehemmiyetli vazifelerle beraber; yine o şirin ve parlak kaleminin yazılarını çok nüshalarda görüyoruz.”[1]

“Hüsrev’in daima kerametli, isabetli ve fâideli ve çok yüksek fikri, her vakit Kur’ân hizmetinde kıymettardır.”[2]

Bedîüzzaman Hazretleri, “Hüsrev münâsip görmediği kısmı tâdil, tebdil, ıslah edebilir”[3]

diyerek eserlerine müdahale etme selâhiyetini dahi Hüsrev Efendi’ye vererek, onun Risâle-i Nur hizmetindeki hâyâtî mevkiini bizlere göstermiştir.

Emirdağ’da zehirlendiği zaman Hüsrev Efendi’nin onun bedeline ölmek istediğini ifade eden mektubuna verdiği şu cevapla Hüsrev Efendi’nin Nur Hizmetinde ne kadar mühim bir mevkisi olduğunu ve aralarında ne kadar yüksek fedakârlık ve muhabbet duygularıyla yaşadıklarını gösteriyordu:

“Risâle-i Nûr’un kahramanı Hüsrev, benim bedelime ölmek ve benim yerimde hasta olmak samimî ve ciddî istiyor. Ben de derim: Telîf (eser yazma) zamanı değil, şimdi neşir (çoğaltıp yayma) zamanıdır. Senin yazın, benim yazımdan ne derece ziyade ve neşre faideli ise, hayatın dahi hizmet-i Nûriyede benim bu azablı hayatımdan o derece fâidelidir. Eğer benim elimden gelseydi, hayatımdan ve sıhhatimden size memnûniyetle verirdim.”[4]

ÜSTADININ TARİFİYLE HÜSREV EFENDİ

stock-ustadlar2Üstad, Risâle-i Nur hizmetinde temayüz eden Hüsrev Efendi’yi bizlere tanıtırken, memleket çapındaki Nur Medresesi’nde onu talebelerinin önüne bir mikyas olarak koyuyor ve onlara Hüsrev Efendi’nin adı ve ölçüsü ile iltifat ediyordu.

Mesela, Merhum Hasan Feyzi Ağabey, üstadı için ‘Denizli’nin Hüsrevi’ olmuştu. ‘Aydın ve havâlisinin Hüsrevi’ Ahmed Feyzi Efendi idi. Kastamonu’daki hizmetleriyle Üstad Hazretleri’ni memnûn eden Mehmet Feyzi Efendi de onun için bir ‘Küçük Hüsrev’ idi. O, bu unvânı iftiharla taşıyor, yazdığı Mektubları ‘Küçük Hüsrev Mehmet Feyzi’ imzasıyla bitiriyordu.

İnebolulu Nazif Çelebi’nin unvânı ‘İnebolu Hüsrevi’, İnebolu’nun unvânı ise ikinci Isparta idi. Kezâ Isparta’nın Kâtip Osman’ı ‘ikinci bir Hüsrev’dir. Emirdağ’da ve hayatının son senelerinde Hazret-i Üstadın hizmetkârlığını ve şoförlüğünü yapmış olan Ceylan Ağabey ise Üstad’ı nazarında ‘küçücük bir Hüsrev’ idi. Tâhir ise, Hazret-i Üstad için tam bir Hüsrev’dir.

Hazret-i Üstad, Hüsrev Efendi’nin Risâle-i Nûr hizmetindeki mevkiini ve talebeleri nezdindeki mümtaz makamını gören ve bu hâli sarsmak için dessas planlar tertip eden karanlık mihrakların oyunlarına gelinmemesi için talebelerini şöyle îkaz ediyordu:

“Gizli düşmanlarımız iki plânı takib ediyorlar. Birisi, beni ihanetlerle çürütmek; ikincisi, mabeynimize bir soğukluk vermektir. Başta Hüsrev aleyhinde bir tenkid ve itiraz ve gücenmek ile bizi birbirimizden ayırmaktır. Ben size ilân ederim ki: Hüsrev’in bin kusuru olsa, ben onun aleyhinde bulunmaktan korkarım. Çünki, şimdi onun aleyhinde bulunmak doğrudan doğruya Risâle-i Nûr aleyhinde ve benim aleyhimde ve bizi perişan edenlerin lehinde bir azîm hıyanettir…”[5]

stock-ustadlarBedîüzzaman Hazretleri’nin bu ifadeleri, herkes hakkında söylenebilecek basit iltifat cümleleri değildir. Zira Üstad Hazretleri Nur’a hizmetleri geçen birçok büyüğümüze iltifatlarla teveccüh ederek hizmetlerini alkışlarken, hiçbiri hakkında bu derecede ifadelerde bulunmamıştır.

“GÜCENMEMEK ELZEMDİR…”

Hiçbir ağabey hakkında bizlere, “Hüsrev gibi bir Nûr kahramanından benim yerimde ve Nûr’un şahs-ı mânevîsinin çok ehemmiyetli bir mümessili olmasından hiç bir cihetle gücenmemek elzemdir”[6] benzeri îkâzda bulunmamış, “Onun aleyhinde bulunmayı kendisi aleyhinde, hatta Risâle-i Nur’un aleyhinde bulunmak”la eş tutmamıştır.

Üstad Bediüzzaman, bir vasiyet hükmünde Hüsrev Efendi’yi bizlere şöyle tanıtıyordu:

“Ben dava eder ve isbat ederim ki, bu soğukta soğuk muamele gören, vücutça hastalıklı bulunan Hüsrev, Türk milletinin mânevî büyük bir kahramânı ve bu vatanın bir halâskârıdır ve Türk milleti onun ile iftihar edecek bir hâlis fedakârıdır. Ve sırr-ı ihlâsa tam mazhar olduğundan benlik ve riyakârlık ve şöhretperestlik bulunmaması cihetiyle, çok hizmet-i vataniye ve milliyesinden bir ikisini beyan etmek zamanı geldi.

Bu zât müstesnâ ve şirin kalemiyle nûrlardan altı yüz risâleye yakın yazmış ve vatanın her tarafına neşrederek komünist perdesi altında dehşetli ifsâda çalışan anarşistliği kırdı ve tecâvüzünü durdurdu ve bu mübârek vatanı ve bu kahraman milleti o zehirden kurtarmak için tesirli tiryakları her tarafa yetiştirdi. Türk gençlerini ve nesl-i âtiyi büyük bir tehlikeden kurtarmağa vesîle oldu…”[7]

“Şimdi Hüsrev gibi bir nur kahramanı size ihsan edildi. Ben şimdiye kadar Hüsrev’i ehl-i dünyaya göstermiyordum, gizliyordum. Hem ben, hem o, daha gizlemek değil…”[8]

diyerek onu bizlere tekrar tekrar tanıtırken; onun aleyhinde bulunmayı, Risâle-i Nur’un ve kendisinin aleyhinde bulunmakla eşdeğerde tutuyor, bir kısım talebelerini gizli düşmanların planlarına aldanarak ihânet tuzağına düşmek ihtimâline karşı îkaz ediyordu.

Hüsrev Efendi, Nur hizmetinin ilk günlerinden, Üstadın dar-ı bekaya irtihaline kadar ve onun sonrasında son nefesine dek bu hizmetin her safhasında, her mahkemesinde bulunmuş, çilesini çekmiş mümtaz isimlerin en başında gelmektedir. Bu yüzdendir ki, umum nur talebeleri içinde Risâle-i Nur külliyatında en çok ismi geçen odur.

KAYNAKÇA

[1] Emirdağ Lâhikası, s. 1749.
[2] Kastamonu Lâhikası, s. 129.
[3] Osmanlıca Şuâlar, c. 2, s. 602.
[4] Emirdağ Lâhikası, s. 1735.
[5]  Osmanlıca Şuâlar, c. 2, s. 546.
[6]  Osmanlıca Şuâlar, c. 2, s. 533.
[7]  Osmanlıca Şuâlar, c. 2, s. 553.
[8]  Osmanlıca Şuâlar, c. 2, s. 521.